Şiir Ansiklopedisi: Kan’a Karışan Enstantaneler

Kan’a Karışan Enstantaneler


Kan’a Karışan Enstantaneler


I (Intro!) 


Doğu şiveli o iki üveylik çocuğun 
Ağırlığını eşitçe pay ettikleri pazar filesinden 
Nar düştü caddenin avucuna 
Paramparça halde yere serildi sanki kırmızı 
Kan gibi dağıldı bereket 
Bilmecelerde sık sık sorulanın aksine 
Çarşıdan bir tane alınıp eve gelince bin tane olan 
Nar değil de aza kanaat etmenin erdemi sayılmalıydı 
Tane tane okunmalıydı yoksunluğun maneviyatı elbet 
Gülümsedi daha kısa boylu olan diğerine 
Diğeri öfkelenip patlattı ensesine tokadı 
Zihnimde tetiklenmeyi bekleyen bir acı vardı da belli ki 
Aklım maziye dair cinayetlere azmetti bu sahneyle 
Mermi gerisin geri ateşlendiği ele döndü, el isabet aldı 
Çok tanıdık bir sancı, el oldu! 
Yabancıdan bildi ahali, en çok da şairliğim ayıplandı! 



II (Aşka giden her yol mubah, sanılmasın!) 


Hayatımın en rahat yolculuğundayım tabii 
Neticede gönlümden kalkmışım gönlüne gidiyorum 
Bir yol var biliyorum! 
Tesadüf o ki, yan koltuğum boş yine 
Oraya her seferimde yokluğunu oturtuyorum 
Malum ya trafik lambalarında en üst mevkidesin 
Duruyorum seni görünce olduğum/öldüğüm yerde 
İkazsın tenime ışık hızında, kanıyor çağrışımlar 
Tıkanıyor şehrin ana arterleri manidar bir şekilde 
Bundan böyle her kim sana varacak olsa 
Ulaşım benim kılcal damarlarımdan sağlansın 
Zor fakat imkânsız değil ya 
En azından alternatif bir itikat bulunana kadar 
Herkes aynı Tanrının tasarrufuna inansın! 


III (Cinnet ile cennet arasındaki ses benzerliğinde cüretler…) 


Halının altına süpürülürken tek taş yakut 
Kırılıyor gururu davaya armağan edilmiş yılların 
Mücevher yitirdi mi değerini 
Kan kaybetti mi asaletin rengi veyahut 
Gel ne demek, hoş geldin geç buyur 
Aç mısın insani hazlara, sorgusuz dürtülere aç mısın? 
Sen üstüne hafif bir karakter giyin 
Dilersen dayanılmaz zevkler restaurantından bir şeyler söyleriz 
Kıyamet gündeliğimiz olmuş, hadi ama lütfen... 
Unut gitsin daha eğlenceli eceller keşfetmeli 
Farz-ı misal, fezaya doğmamış çocuklar göndeririz 
Don biçeriz daha çükten dahi düşmemiş ihtimallere 
Ne bileyim ulu çınarlara kök söktürebilir 
Kök hücrene bile inebiliriz ya da 
Çok yanlış insansın sen çok… 
Yoksa söylemez miydin hiç bu özgür kuluna 
Periyodik olarak toplu mezarların yürüyüşlerine katıldığını 
Toplumsal olaylara ölü kimliğinle destek sağladığını 
Bütün kahpelikleri bir bir solladığını! 
Sırtından vurulduğunu Hrant’la beraber 
Katillerinin lüks otellere yerleşeceğini söylemez miydin? 
Bilsem yazmaz mıydım ben de, beyazın kir tutma aşamalarını 
Güvercinlerin ayacıklarına sarmaz mıydım barış notlarımı 
Tarihini hemen ülke hafızasından silen bir hainlikte 
Vurulmuşsun, gündem değiştirme canavarının silahıyla 
Aynı kafatası aynı hamam! 
Sen beni bırak, ardındaki fail-i mutlakları avut 
Mücevher yitirdi mi değerini, ha tamam! 
Kan kaybetti mi asaletin rengindeki yakut 
Vurulmuşsun lan, yüzün gözün şiir! 
Cesedin dahi, büsbütün anlatım bozukluğu veyahut… 


IV (Sansürlenmesi muhtemel çekim hataları…) 


Sevgilim sen nesin biliyor musun? 
O domino taşısın, inatla devrilmeyerek; 
Yüzyıllardır üzerinde çalışılan bir oyunu sekteye uğrattın 
Müthiş bir tablonun nihayetlenmesine engeldin birebir 
Aslında siyasi suçlu bile kabul edilebilirsin belki 
Çünkü karşısın kalbinin yönetim biçimine külliyen 
Sofranın başka ellerce didiklenmesine 
Dış mihrakların mahallendeki salyangoz satışlarına karşısın 
Evet, ne olacaksa olsundu bazen de bu ütopyada yaşamak 
Gazi unvanı almış kimi yerleşim bölgelerinde 
Harp malullerine göğsümüzde yer vermişiz biz 
Bayrakların vücudunu kandan aldığı bu topraklarda 
Sen nesin biliyor musun? 
Kör bir kuyuda, görme yetisini koruyan tek damlasın 
Öyle bir kurudun ki, bize çölleri dahi arattın… 


V (Sabote edilmiş bir sahne…) 


Besmeleyle bozulmuş bir masumiyet müzesi düşün 
Kan şekerleri ikram ediliyor kapıda misafirlere 
Dokununca su dokuna 
Açılıyor günebakan gibi kadınlık çiçeğin 
Yapraklarında yıldız tozları hep 
Sanki koca bir gökyüzünü içine almışsın da 
Bütün gezegenler de bir aldatılmışlık hissi… 


VI (Gün aydınsız bir sabaha uyanırken...) 


Lavaboya dökerken bileklerini o olgun şarap 
Vakitsiz bağbozumu desen yeri! 
Yalan değil kan sıçramış akşamın alnına 
Gırtlağımıza dek dayanmış artık, halden anlamaz jiletler 
Ruh diyor, peygamber demiyorlar! 
Biz neyiz biliyor musun? 
Uzatma dakikalarında oyuna alınan futbolcular gibi 
Tamamen zaman geçirmeye yönelik olan varlıklarız 
İlk on bir şansını her yakaladığımızda 
“Galiba henüz baba olmaya hazır değilim…” diyerek saçmalayan 
Saçmalamayı adet haline getirmiş figüranlarız 
Daha dün gece saç diplerinde uyumuşken 
Bu sabah yalnız uyandım, gittim kırıklarımı aldırdım 
Sevgilim biz neyiz biliyor musun? 
Ayaklarına kara sular indi şiirin içinde yürümekten farkındayım 
Bana dönmenin kara sularında boğuluyorsun da denebilir 
Tam da buyuz işte seninle biz 
Kendi girdaplarından kesinlikle habersiz birer iç deniziz! 


VII (The End babında...) 


Nar düştü felaket 
Işık bile durduramadı kan trafiğini 
Yakutun gururunu yerle bir etti kadın 
Adam göndere çekti isyan bayrağını bir zahmet 
Bacaklarını iki yana doğru araladı masumiyetin vahameti 
Şarap kesti bileklerini, kırmızı! 
Bu cadı avında, engizisyon mahkemesi ayarındaydı her şey 
Bu cadı kazanında; tadından yenmiyordu hak, hukuk, adalet! 
Sevgilim; “*Sana büyük bir sır söyleyeceğim 
Korkuyorum senden! ” 
Yedi düvelden, göğün yedi katından korkmayan ben 
Zangır zangır titriyorum yüzünün yüzüme aksinden 
Bu kör aynasında, suretim sırrımdan da karanlık 
Bu kör dövüşünde, hiçbir şey göründüğü gibi değil! 


Görüyorsun ya sen de işte 
Kan gövdeyi götürüyor bazı kelimeden filmlerde 
Ve ben feci korkuyorum senden 
Büyük bir sırrı tutar gibi, aynasız ellerimle… 




*Louis Aragon

Özgür Gümüşsoy